19 Nisan 2016 Salı

Amentü Allah'a iftira içerir

İmanın 6 şartı olarak bizlere öğrettikleri (Hattâ dayattıkları) "Amentü"de altı değil dokuz şart vardır. Yüzyıllardır kimse saymaya gerek duymamış mıdır? Hayır!.. 

Peki biz Türkçesini biliyor muyuz? Hayır!..

Peki düşünüyor muyuz? Hayır!..

Sonuç ortada!..

Sayalım:
 "Amentü billahi": Billahi İman ettim ki:
  1. "Ve melaiketihi": Meleklere,
  2. "Ve kütübihi": Kitaplara,
  3. "Ve resulühi": Resullere (Peygamberlere),
  4. "Ve-l yevm'il ahirî": Ahiret gününe,
  5. "Ve bil kaderi": Kadere,
  6. "Hayrihi ve şerrihi minAllahü Teala": Hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine, (Kabul etmiyorum MYY)
  7. "Vel ba's ül mevt-i hakkun": Öldükten sonra dirilmenin hak olduğuna,
  8. "Eşhedü en lâ ilahe illallah": Şahitlik ederim Allah'tan başka ilah olmadığına,
  9. "Ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resulüh": Şahitlik ederim (Hz) Muhammed'in onun kulu ve resulü olduğuna.
Bir de şu açıdan bakalım; diyelim ki Amentü'deki şartları kabul ettim ama cenneti, cehennemi, şeytanı ve cinleri reddettim. Gene mümin oluyor muyum; iman etmiş oluyor muyum?

Ayrıca bilinmelidir ki Amentü, sure değildir. Oysa toplumumuzun önemli bir kısmında Kuran'daki bir sure zannedilir. Kim olduğu bilinmeyen bir kişi tarafından nasılsa halka kabul ettirilmiş bir uydurmadır. Zira imanın şartı tektir: Kuran ve içeriğine iman... Kuran'ın vahiy olduğuna ve içeriğine iman etmiş olan kişiler zaten nelere iman etmesi gerektiğini en sağlam kaynaktan öğrenmiş olurlar. Kuran'ın, kimsenin tanımlamasına ihtiyacı yoktur, zira Allah kelamıdır.

Amentü'nün şartlarından altıncısı Allah'a iftira içermektedir: "... Hayrihi ve şerrihi minallahü teala". Yani, hayır ve şerrin Allah'tan geldiği hususu...

Allah'tan şer gelmez; hayır gelir.  Kuran'ın Nisa suresi 79. ayetinde açıkça belirtilmiştir. "Sana gelen her iyilik Allah'tandır; sana gelen her kötülük de kendindendir. Seni insanlara elçi gönderdik. (Buna) şahid olarak Allah yeter."

Kuran'ın hiçbir yerinde Allah'tan şer geldiğine dair bir ayet olmadığı gibi herhangi bir hadis de yoktur. Kuran'da şer'in, insanın kendi nefsinden, gece karanlık basmasında, cinlerden, şeytandan, haset edenden, ve düğümlere üfürenlerden (büyücülerden) geldiği yazar. Bu husus şüphe götürmeyecek kadar açık ve net olarak "Felak" ve "Nas" surelerinde yazılmıştır.

Şu soru akla gelebilir: "Allah'tan hiçbir sıkıntı zuhur etmez mi?" Cevabı Kuran'da arayalım:

"İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıkar; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır." (Rûm suresi, 41. ayet)

Bu, Allah'tan gelen bir şer değildir. Bir annenin evladını dövmesi gibidir. Amaç açıktır: "Belki hatalarından dönerler" diye...

Bu durumda bize düşen, aynen anneden dayak yiyeyen çocuğun ağlayarak gene anneye "Annneee!.." diye sarılması gibi, Allah'a sarılmak...

18 Nisan 2016 Pazartesi

Kılık-kıyafetin, sakalın İslam’la alâkası

Her şeyi o kadar birbirine karıştıran bir toplumuz ki, Arap kıyafetini bile mukaddes kabul ettik. Adeta eşyayı bile putlaştırdık.

İslam bize madde bağımlılığını ne kadar yasaklıyorsa, biz aksine maddeye daha çok bağlanıyoruz. Farkında olmadan putperestliğe doğru gidiyoruz. Dinde aşırı gitmenin sonucu bu…

Arap kıyafetinin İslam’da yeri yoktur. Bir hadis olduğu varsayılan bir sözün yanlış anlaşılması Arap kıyafetinin kutsal gibi görünmesine sebep olmuştur: “Kimlere benzemek istiyorsanız, onlardansınız demektir."

Mâna itibariyle gerçekten insan kimlere benzemek istiyorsa onlara özeniyor ve gönlü onlardan yana demektir. Ancak Arap’a benzemekle Müslüman’a benzemek ayrı ayrı şeylerdir. Arap’ın hepsi Müslüman mı ki Arap’a benzemekle Müslümanlardan olalım? Şekil itibariyle değil de kalple, inanç ve imanla Müslüman olunabileceğini hâlâ anlamış değiliz ne yazık ki! Hadis sahihse, inanç ve iman itibariyle kime benzersek onlardan olacağımızı anlayamayacak kadar düşünmekten uzaklaşmışız. Çünkü insanlar korkutularak; düşünmek, hatta Kuran’a dokunmak yasaklanmış, Kuran’dan uzaklaştırılmıştır.

Bacağına potur giyip, kafasında takkeyle dolaşan uzun sakallı insanlara bir bakalım. Hangisi din hakkında bilgi sahibi, hangisi ilim sahibidir? Kimsenin anlamayacağı üç-beş ezber Arapça sözle, insanları hükümleri altına almak isterler. Çoğu zaman da başarırlar. Bu zümrenin kesinlikle okumamış, cahil kesimlerden oluştuğunu görürüz. Veya Müslüman görüntüsü vererek halk arasında kendisine bir yer yapmaya çalışan veya bundan ticari menfaat sağlayan... Bunlar okumadıkları gibi düşünmezler de. Sadece kendilerine ezberletilmiş olan yalan yanlış, sahte hadislerle hareket eden kimselerdir. Toplumda bilgileri ve kültürleriyle saygınlık elde edememiş, ancak bu yolla şanslarını deneyen kimselerdir bunlar.

Toplumdan kendilerini ayıran, “Biz sizlerden değiliz” veya “Allah katında biz sizden üstünüz” imajı yaratanlardır. Ayrılıkçı, bozguncu kimselerdir. Onlar için sakal bırakıp, potur giymek Müslümanlığın simgesidir. Oysa düşünürsek bunun bir nevi şirk olduğunun farkına varırız.

Bu konuda en sert darbeyi Mehmet Akif vurur:

Sofusun farzedelim, şimdi de boy boy tesbih…
Dalkavuklar bütün insan kesilir lâ-teşbih!
Taylâsan, cübbe, kavuk, hırka, hep esbab-ı riyâ,
Dış yüzünden ÖMER’in devri mühitîn gûya.
Kimi sâim, kimi kaim, o tavanlar, yerler,
“Kul hüva-llahü ehad” zemzemesinden inler
Sen bu coşkunluğa istersen inan, hepsi yalan,
“Hüve”nin mercii artık ne “ahad”dir, ne filân.
Çünkü mâdem yürüyen sâde senin saltanatın,
Şimdilik heykeli sensin tapılan menfaatın.
Kanma, hey kukla kıyafetli adam, hey sersem,
Herifin ağzı ”samed”, midesi yüzlerce “sanem!
” 
Sakal konusuna gelince...

Hiçbir beygamberin sakalsız olduğu gözlenmemiştir. Yalnız bizim peygamberimizin değil...
Peygamberler devrinde sakalsız bir erkeğe de rastlamak mümkün değildir. Çünkü sakalı kesmek için araçları yoktur. 16. YY Osmanlı'sını anlamak için gittiğiniz Topkapı Müzesi'nde sadece ilkel makas türlerine rastlarsınız. Bu makaslarla sadece sakalı düzeltmek mümkün oluyordu. Kesmek ise hayaldi. Bu nedenle son peygamberden 900 sene sonra bile Osmanlı'da başka kesme aracı bulamazsınız.

Ustura, 1300'lü yıllarda icat edilmiştir. Yani İslamiyet'in doğuşundan 700 yıl sonra.... O usturalarla sakal kesmeye çalışanların suratları kan revan içinde kalıyordu. Usturanın Osmanlı'ya intikali ise yüzyıllar aldı.

Sakala bir başka açıdan daha bakalım:
Şayet sakal bırakmak sünnet ise papaz da haham da sünnete uyumuş demektir ki akla ve mantığa terstir. Bu kadar bile düşünmekten yoksun bir toplum haline mi geldik?

Hiç şüphe yok ki Petgamber bügün olsaydı sinek kaydı traş olurdu.

İşte bu nedenle Kuran, insanaları akla davet ediyor. Hâlâ düşünmez misiniz?

2 Nisan 2016 Cumartesi

Kuran Ölüler İçin Değildir

Fatiha suresi ne söyler?


Kuran surelerinde Fatiha diziliş sırasına göre ilk suredir. Kendimiz için yapılması gereken bir duadır; ölmüş kimseler için değil! Mânâsını bilmeden ezberlediğimiz için atalarımızdan gördüğümüz üzere ölmüş kişi ruhuna okur ve göndeririz. Artık nasıl gönderiyorsak! Sağa, sola üfürerek... Üfürükçülük yaparız yani...

Peki, Fatiha suresi ne der, ne dememizi ister? "Allah'ım, bizi doğru yola ilettiklerinin yoluna ilet; azgınların ve sapkınların yoluna değil."

Ölmüş bu duayı ne yapsın? Seçtiği yolu yaşamış, tüketmiştir. Artık onun için herhangi bir yol seçim hakkı kalmamıştır.

Ayrıca.... Nasıl gönderiyoruz bu duayı, hiç dikkat ettinizi mi? Okuduktan sonra sağa ve sola üfleyerek... Bunun adına üfürükçülük denir. Hiç düşündünüz mü? Üfürmekle ölüye dua gider mi? Hem de kendin için yaptığın bir dua...

Yasin suresinde Kuran'ın diriler için bir uyarı olduğunu söylemesine rağmen biz Kuran'ı hem ölülere okuruz hem de inadına "diriler içindir" diyen Yasin suresini okuruz. Bu ne çelişkidir, ne bilinçsizliktir ya Rab!..